Size kitabı anlatmaya
başlamadan önce, hepimizin merak ettiği o soruya cevap vermek gerek sanırım.
“Çok değişik bir
isim, nedir anlamı?” dedi elini uzatırken Cem. Bukre, adının anlamının
sorulmasına alışıktı.
“Sabaha karşı.
Gecenin sabaha en yakın olan zamanı. Adımın anlamı bu…”
Bukre’yi, anlamını merak ettiğim veya kapaktaki
kızın hikayesini okumak istediğim için almadım. Tek bir sebebi vardı, kitap
girdiğim tüm kitapçıların en çok satanlar listesinden 4 ayı aşkın süredir
inmiyordu hem de en üst sıralardaydı ve halen de en başlarda olmasa bile aynı
şekilde listedeki yerini koruyor. Bu kadar uzun süre burada kaldıysa dedim ki,
vardır bir sebebi. Genelde popüler kitaplara bu kadar ilgi göstermem ama bir
şekilde kendimi kitabı almış ve yatağımda arka kapağını okumaya başlamış olarak
buldum.
Kahraman
Tazeoğlu’dan Bukre
Kitap, Bukre
isimli bir hikayeyle başlıyor ve Fazıl isimli başka bir hikaye ile
bitiyor. İkisinin arasında ise denemeler, deneyememeler, serbest düşünceler ve
esir edilmiş duygular yer alıyor. Gelenin, gel diyememenin, gidişin,
gidemeyişin, ayrılmanın ve ayrı dönememenin ardından edilen sitemler, satırlara
dökülüyor ve bize de o satırlar arasında kaybolmak düşüyor. Yazar, bu iki
hikaye dışındaki her anlatıda, giden, dönen veya kalan sevgiliye bir mektup
yazmış, mektuba da öyle bir başlık atıp ve bu başlığı destekler nitelikte bir
söz yazmış ki, sadece sevgilinin değil tüm okurların da aklını karıştırmayı da
başarmış. Kitabın kapağındaki “Bazı aşklar aşka ihanettir” sözü de, kitapta
neyi okuyacağımızı özetler nitelikte yani kitapta, ihanet var, bazı aşklar var
ve bir de AŞK var. Bukre, ihanetle başlıyor, sonrasında bazı aşklara
göndermeler yapılıyor ve geçip giden o aşklar bize hatırlatılıyor. En sonunda
ise aşk kendini gösteriyor ve mutlu sonla biten hikaye içimizi ısıtıyor.
Aslında kitabın temelini birçokları gibi aşk oluşturuyor ama diğerlerinden
farklı olarak aşkın tek bir halini değil 5 halini bize anlatıyor. Aşkın yalın
hali yani en saf ve en sade hali, aşkın –e hali yani aşka bağlılık ve
bağımlılık hali, -i hali yani aşkı bulma ve kaybetme hali, -de hali yani aşkta
kalma ve yaşama hali ve son olarak da –den hali yani aşktan gitme ama
ayrılamama hali işleniyor. Bunların hepsinde ise kelimeler ön planda, konular
ise arka planda kalıyor.
Bukre, tamamen kelime
oyunları üzerine kurulmuş durumda. Kelimelerle o kadar çok oynanmış ki,
kelimeleri anlamaya çalışmaktan hikayeyi veya yazıların ana konusunu
kaçırabiliyorsunuz ama olsun; kelimeleri yeniden keşfetmek, konuyu kaçırmaya
değiyor. Kelimeler, resmen bir dantel gibi tek tek işlenmiş. Her birinin eş
anlamları bir arada kullanılarak yeni desenler verilmiş ki, ben bu desenlere
daha kitabı açar açmaz takıldım kaldım çünkü Bukre’nin hikayesi şöyle başlıyor:
“bir zamanlar benim olan ellerin, neden şimdi başka ellerin?” Sonra ise
zıt kelimeler yan yana kullanılıyor, zıt kutuplar birbirini çeker misali zıt
kelimeler önce birbirini sonra da okuru kitabın içine çekiyor. Bununla
beraber, kelimeler ard arda dizilip cümleler oluşuyor, bir sonraki cümlede ise
birden bir deprem oluyor ve kelimeler yer değiştiriyor. Sonuç olarak, sizin de
algınız ve bildikleriniz değişiyor. Genel olarak cümleler o kadar yoğun,
anlamlar da o kadar derin bir hale geliyor ki, her cümle sonunda es vermek ya
da dönüp tekrar tekrar okuma ihtiyacı doğuyor. Zaten bir süre sonra da bu
ihtiyacı gidermek alışkanlık halini alıyor. Öyle ki, ben her sayfayı ileri
değil geriye çevirerek okudum. İki ileri bir geri gittim ve kitabın sonuna
kadar gelip kapağı kapattığımda kitabı ilk ne zaman elime aldığımı unuttum.
Hızlı okuma alışkanlığım bu kitapta hiç işe yaramadı maalesef ama sayfaları
ileri yerine geri çevirip okuduğum bölümün en başına dönmek yine de çok
zevkliydi benim için.
İşte bu nedenle
böylesine ağır kitabı yatmadan önce okumak yapılacak en doğru iş sanırım. En
fazla birkaç sayfa okumalı, havada uçuşan cümleler, deyimler ve anlamlar ise
siz uykudayken hafızanızın içinde yerine oturmalı, uyandıktan sonra da anlamı
keşfetmiş olmanın dayanılmaz hafifliği yaşanmalı.
Son olarak, sizi tüm
bu yazdıklarımı özetleyen ve kitaptaki yazılardan alıntılardan oluşan ilk
sayfadaki önsöz ve arka kapaktaki sonsöz ile baş başa bırakmak istiyorum. Eğer
siz de benim gibi kapılıp gittiyseniz benim ne anlatmak istediğimi anlamışsınız
demektir.
“Yazdıklarımda,
çaresizliğinize çareler arıyorsunuz; oysa ben çaresizliğimi yazıyorum, siz
onları çare sanıyorsunuz.
Hayat verilmemiş
bir sözü tutmaktır. Kimi yazar, kimi yaşar.
Yani demem o ki;
bir söz yazarsın k, bütün bir hayatı anlatır, öyle bir hayat yaşarsın ki bütün
sözler anlamsız kalır.”
“…keşke bana akıl
vereceğine, aklımı alacak kadar beni sevseydin. Ben, bir çocukluk edip büyüdüm
işte! Sen büyümüşsün ama doğmamışsın bile…
… Bana bir veba
busesi bırakıp gittin; bak şimdi yerini başkaları aldı. Bu aşkın vebası sende,
busesi bende kaldı. Seçtiğin yolda sana mutluluklar diliyorum. Unutmak
alışmaktır. Unutursun demiyorum… Ama alışacaksın biliyorum.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder